Tamamen tüketim kültürünün dayatması bir gün olduğu algısına sahip olsa da kişilerin birbirlerini mutlu etmesine vesile olan günlerden birisi sevgililer günü. Siz de bu günü film keyfi yaparak geçirmek isteyenlerdenseniz aşkın gerçekte ne olduğunu size sorgulatacak dört güzel filmi gelin birlikte inceleyelim.
Serseri Aşıklar
Fransız yeni dalga akımının fitilini ateşleyen film Serseri Aşıklar (A Bout de Souffle) Jean-Luc Godard’ın sinemaya bir armağanıdır. Michael (Jean Paul Belmanndo), Fransa’nın güneyinde bir araba çalar ve yolda peşine takılan polislerden birini öldürür. Paris’te daha önce birliktelik yaşadığı Amerikalı Patricia (Jean Seberg) ile takılmaya başlar. Hırsızlık yapar, otel odalarına girer, kirli para işiyle uğraşır. Patricia ile otel odasında, arabada, sokakta hayattan ve edebiyattan konuşur. Karakter olarak birbirinden çok farklı olan bu insanlar aşkın büyüsüne kapılmaktan kurtulamazlar. Ama Patricia duygularından emin olamaz ve Michael’i ele verir. İkilinin duygularındaki dalgalanmaların ele alındığı film aşk üzerine güzel bir çerçeve oluşturuyor.
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku
İlk kitabını yazmaya çalışan Arif, zamanının önemli bir kısmını kitabı üzerine kafa yorarak geçirir. Ona göre hayat başta kadınlar ve ilişkiler olmak üzere pek çok çözümsüz soruyu içermektedir. İlişkiler konusunda bir türlü dikişi tutturamayan Arif her daim kafasını kurcalayan bu soruların peşindedir. Fakat beklemediği bir anda Müzeyyen’in ortaya çıkmasıyla, o güne dek bildiği ya da öğrenmeye çalıştığı her şey bir anda ters yüz olur. Zira Müzeyyen’in cazibesine kapılmamak elinde değildir ve kendini bu ilişkinin akışına bırakır. Seyirciyi Müzeyyen’in gerçek mi yoksa hayal mi olduğu sorularıyla baş başa bırakan film, aşka sunduğu farklı perspektif nedeniyle klişe aşk filmlerinden ayrılıyor. Arif’in filmde dile getirdiği “Üzerimizde çakma markalar, binalarda kaçak katlar, dilimizde taşeron fikirler… Peki duygularımız neden ithal olmasın?” repliği gibi daha birçok replik seyirciyi aşkın gerçekliği üzerinde sorgulamaya itiyor.
Ah Güzel İstanbul
Eski bir İstanbul beyfendisi olan Haşmet (Sadri Alışık) ve büyük şehre gelip şarkıcı olmak isteyen Ayşe(Ayla Algan)’nin hikayesi Ah Güzel İstanbul. 60’ların toplumsal değişimiyle birlikte içimizi ısıtacak duyguların da başarıyla yansıtıldığı film geleneksel-modern çatışmasını gözler önüne seriyor. Bütün maskelerinden sıyrılmış statü kaygısı olmadan yaşayan bir karakterdir Haşmet. Ayşe’ye aşık olur ve ona iyi bir hayat sunabilmek için kendine göre olmayan yollara başvurur. İkisinin de hem kendi benliklerini hem de aşkı bulma sürecine tanık olur izleyici.
Cennetdeki Gölgeler
Cennetteki Gölgeler, Aki Kaurismäki’nin proletarya üçlemesinin ilk filmi. Temizlik işçiliği yaparak hayatına devam eden Nikander ve sürekli iş değiştiren Ilona arasındaki ilişki üzerinden, geniş bir toplumsal bakış açısı sunuyor film. Hayatta kaybeden olmaya mahkum iki karakter karşımıza koyuyor. Nikander, sıradan bir kaybeden görüntüsünde; yalnız yaşayan, tutkusu olmayan, asosyal bir adamdır. Ilona ise sürekli iş değiştirmesine rağmen aslında hep sınıf atlamanın peşindedir. Bu yüzden de Nikander’i kabul etmesi kolay olmaz.